01/01/06
Hindistan’a tekrar gitmeme 1 aydan biraz fazla bir zaman kaldı. Bu sefer gecen sefer dinlemediğim canım Hocam’ın öğüdünü dinleyip herşeyi yazmaya karar verdim ve yazma işine erken başlamayı istedim ki gecen seyahatimizden beni etkileyen bazı olayları da anlatabileyim.
Bu Hindistan gidişimizden ayrı bir heyecan duyuyorum. Belki gecen yıl gittiğimden daha iyi bir ruh haliyle gittiğimden, belki Hindistan’ı özlediğimden, belki de orada bulduğum huzur ve Ben’i özlediğimden. Hocam hep der ki “ Bir tüm dünya var birde Hindistan”. Gidince gercekten de öyle olduğunu gördüm. Ruhsal yönden gelişmiş bir ülke diye düşünüyorsak cokta doğru düşünmüyoruz demektir zira halkın büyük bir kısmı felsefe ile ilgilenmediğinden aşramlar genellikle boş. Insanlar aslında cok aç ve işsiz ancak yüzlerinde o kadar kocaman mutluluk ifadeleri görebiliyorsunuz ki, her birinin resmini çekseniz poster olacak mutluluktalar. Zannediyorum bunun sebebi ülkenin ruhsallığı, bireysel olarak cok ilgilenmelerini gerektirmeden, o ülke, o topraklar onlara o huzur ve mutluluğu veriyor. Bana da verdi.
Bir akşamüstü idi. Rishikesh’te. Güneş henüz batmamıştı ama. Benim cok kıymet verdiğim, sonsuz bilgisinden cok faydalandığım Swami Sivananda’nın evinin avlusunda oturuyorum. Oturduğum yerin tam önünden Ganga akıyor, akıyor derken aslında deli deli çoşuyor, o akarken üzerinde dünya dolusu çicek ve tütsüler taşıyor, vazifeli o. Mis gibi kokarak, içlerine, kokularına ve renklerine beni de alarak. Tam karşımda Himalayalar var. Ben ilk kez görüyorum Himalayaları. İlk kez görüyorum ya daha da çoşkulu ve heyecanlı görüyor tabii gözler. Öyle bir çoşkum var ki Himalayalarda Ganga ile birlikte akıyor sonsuza doğru heralde diye görüyorum. Gözlerim bana oyun oynuyor diyorum o arada zihin sesimle. Etrafta tatlı bir serinlik, soğuk değil, ısırmıyor insanı, ama nemde uzak duruyor bedenlerden...Öyle bir vakit..O güzel vakitte ben, ganga, himalayalar bir anda bütün oluyoruz, “bir olmak”, “ bütün olmak” için çalışıyoruz ya, beden, zihin ve ruh, oluvermişti işte, tek fark; beden, zihin ve ruh üçlüsüne birde Ganga ve Himalayalar da eklenmişti ki nasıl bir derinlikti, nasıl bir çoşkuydu, nasıl bir gerçek benlikti. Kelimelerle anlatması çok zor. Belki de yıllardır peşinden koştuğumuz, yıllardır uğruna ter döktüğümüz o “bir olma” aslında buydu ve hiç çabasız, zorlamasız oluvermişti. Oluvermişti de ben o halde gecen yaklaşık 2 saatimi, her zaman içinde olduğumuz bedene dönünce 15 dakika diye algılamıştım. Her zaman içinde olduğumuz beden derken ifade etmek istediğim birşey var. Ben bu bedenle burada yaşamaktan sonsuz mutluyum, bedenli veya bedensiz diye düşünmüyorum varlığımızı, sadece o 2 saatimin başka bir şey, başka bir deneyim, belki başka bir hayat tarzı, başka bir hayat olduğunu söylemeye çalıştım. Yanlış anlaşılmasın, uçmuyorum henüz..Niyetli de değilim.
Hindistan’a tekrar gitmeme 1 aydan biraz fazla bir zaman kaldı. Bu sefer gecen sefer dinlemediğim canım Hocam’ın öğüdünü dinleyip herşeyi yazmaya karar verdim ve yazma işine erken başlamayı istedim ki gecen seyahatimizden beni etkileyen bazı olayları da anlatabileyim.
Bu Hindistan gidişimizden ayrı bir heyecan duyuyorum. Belki gecen yıl gittiğimden daha iyi bir ruh haliyle gittiğimden, belki Hindistan’ı özlediğimden, belki de orada bulduğum huzur ve Ben’i özlediğimden. Hocam hep der ki “ Bir tüm dünya var birde Hindistan”. Gidince gercekten de öyle olduğunu gördüm. Ruhsal yönden gelişmiş bir ülke diye düşünüyorsak cokta doğru düşünmüyoruz demektir zira halkın büyük bir kısmı felsefe ile ilgilenmediğinden aşramlar genellikle boş. Insanlar aslında cok aç ve işsiz ancak yüzlerinde o kadar kocaman mutluluk ifadeleri görebiliyorsunuz ki, her birinin resmini çekseniz poster olacak mutluluktalar. Zannediyorum bunun sebebi ülkenin ruhsallığı, bireysel olarak cok ilgilenmelerini gerektirmeden, o ülke, o topraklar onlara o huzur ve mutluluğu veriyor. Bana da verdi.
Bir akşamüstü idi. Rishikesh’te. Güneş henüz batmamıştı ama. Benim cok kıymet verdiğim, sonsuz bilgisinden cok faydalandığım Swami Sivananda’nın evinin avlusunda oturuyorum. Oturduğum yerin tam önünden Ganga akıyor, akıyor derken aslında deli deli çoşuyor, o akarken üzerinde dünya dolusu çicek ve tütsüler taşıyor, vazifeli o. Mis gibi kokarak, içlerine, kokularına ve renklerine beni de alarak. Tam karşımda Himalayalar var. Ben ilk kez görüyorum Himalayaları. İlk kez görüyorum ya daha da çoşkulu ve heyecanlı görüyor tabii gözler. Öyle bir çoşkum var ki Himalayalarda Ganga ile birlikte akıyor sonsuza doğru heralde diye görüyorum. Gözlerim bana oyun oynuyor diyorum o arada zihin sesimle. Etrafta tatlı bir serinlik, soğuk değil, ısırmıyor insanı, ama nemde uzak duruyor bedenlerden...Öyle bir vakit..O güzel vakitte ben, ganga, himalayalar bir anda bütün oluyoruz, “bir olmak”, “ bütün olmak” için çalışıyoruz ya, beden, zihin ve ruh, oluvermişti işte, tek fark; beden, zihin ve ruh üçlüsüne birde Ganga ve Himalayalar da eklenmişti ki nasıl bir derinlikti, nasıl bir çoşkuydu, nasıl bir gerçek benlikti. Kelimelerle anlatması çok zor. Belki de yıllardır peşinden koştuğumuz, yıllardır uğruna ter döktüğümüz o “bir olma” aslında buydu ve hiç çabasız, zorlamasız oluvermişti. Oluvermişti de ben o halde gecen yaklaşık 2 saatimi, her zaman içinde olduğumuz bedene dönünce 15 dakika diye algılamıştım. Her zaman içinde olduğumuz beden derken ifade etmek istediğim birşey var. Ben bu bedenle burada yaşamaktan sonsuz mutluyum, bedenli veya bedensiz diye düşünmüyorum varlığımızı, sadece o 2 saatimin başka bir şey, başka bir deneyim, belki başka bir hayat tarzı, başka bir hayat olduğunu söylemeye çalıştım. Yanlış anlaşılmasın, uçmuyorum henüz..Niyetli de değilim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder