Perşembe, Kasım 30, 2006

Benim Süpersonic Ekmek Makinem


Aşağıdaki postlardan birinde sözünü ettiğim benim supersonic ekmek makinemin ta kendisi..netten bulup koyduğumdan da daha güzel ve kesinde maharetlidir.

Canım Ays..tekrar teşekkür ederim.

Su Küpü


Eski evlerde olurdu..serin serin olurdu sular..Birgün Bubu dediki alalım..koyalım bunlardan evlere...aldık koyduk..çokta güzel oldu..herşey eski zamanlarda daha mı güzeldi yoksa?

Bono, Ben, Deli Deli


Canım Bono ve ben sokaklarda itişirken..çok sevimliyiz..çook

Pazartesi, Kasım 27, 2006

Pire


Pire...Moda'ya, Kalamış'a benziyor..hatta aynı..cok güzel..I feel home...heryerde olmaz böyle..

Rishikesh


Deli deli Rishikesh sokaklarda gezinirken ben..özler miyim acaba bende tatlı kuş..ister miyim tekrar gitmek..ister miyim tekrar koklamak..isterim belki de..

Hindistan


Bir resim daha koyayım Hindistan'dan. Bu aralar bir özlem düştü içlerine..belki gitmek vardır yine.

Perşembe, Kasım 23, 2006

Yerim ben onları!


Varoluş Sebeplerim.Çok seviyorum ikinizi de..iyiki varsınız.

Ekmek Harikası



Yanda görmüş olduğumuz canııım ekmek yapma makinesini yine aşağıda resmi görünen canım deli arkadaşım (Hamiş) bana hediye etti. ve ben, yeteneksiz ben öyle harika ekmekler yapıyorum ki..kendim bile inanamıyorum. Binbir çeşit, güzelim tarifleri de mis gibi ekmek kokan http://ekmekkokusu.blogspot.com/ blogundan alıyorum. Ellerine sağlık Binnur..benimde ellerime sağlık.








James Joyce


Ben çok istiyorum bir Bloomsday'de Dublin'de olayım. 24 saati yaşayayım..Aklımın almadığı anlatımı belki de görerek alır şu beynim:)

Gitmişken de Cafe Ulysses'de bi kahve içmem mi tüm James Joyce hastaları için..içerim..içerim..hemde ohhh diye afiyetle içerim.

Bitkiler ve Biz!


Nette gezinirken gördüğüm çok güzel bir fotoğraf. Dünyamızı ne hale getirdiğimizi düşündüren bir fotoğraf. Tekrar elde edebilir miyiz yok ettiklerimizi dedirten fotoğraf. Papatyalarına vurulduğum fotoğraf...Yeşiline, sarısına, ağacına, yaprağına bayıldım ben.
Geri getiremeyiz belki ama koruyabiliriz değil mi?
Resmi http://threethumbsupaward.blogspot.com/ sayfasından aldığımı bildiririm.

Pazartesi, Kasım 20, 2006

Cuma, Kasım 03, 2006

Macun


Bir de macun olsa..hep var..ama kimbilir nerden bulunur...eski günlerden kalma...hoş tabi..

Eriiik

Keşke çıksa erik..yesem tuzlu tuzlu..dudaklarım kabara kabara...doyum olmaz doyum tadına..

Arak resim 2


Canım bayrağımı da koymak istedim..resim yine araktır..affet tatlı kuş...

Arak resim


Bu resim araktır. Kendim çekmedim ama öyle güzeldi ki dayanamadım...Ne güzelde görünüyor vapurlar..

Çarşamba, Kasım 01, 2006

Seviyorum desem yeri var

To his Coy Mistress
by Andrew Marvell

Had we but world enough, and time,
This coyness, lady, were no crime.
We would sit down and think which way
To walk, and pass our long love's day;
Thou by the Indian Ganges' side
Shouldst rubies find; I by the tide
Of Humber would complain. I would
Love you ten years before the Flood;
And you should, if you please, refuse
Till the conversion of the Jews.
My vegetable love should grow
Vaster than empires, and more slow.
An hundred years should go to praise
Thine eyes, and on thy forehead gaze;
Two hundred to adore each breast,
But thirty thousand to the rest;
An age at least to every part,
And the last age should show your heart.
For, lady, you deserve this state,
Nor would I love at lower rate.
But at my back I always hear
Time's winged chariot hurrying near;
And yonder all before us lie
Deserts of vast eternity.
Thy beauty shall no more be found,
Nor, in thy marble vault, shall sound
My echoing song; then worms shall try
That long preserv'd virginity,
And your quaint honour turn to dust,
And into ashes all my lust.
The grave's a fine and private place,
But none I think do there embrace.
Now therefore, while the youthful hue
Sits on thy skin like morning dew,
And while thy willing soul transpires
At every pore with instant fires,
Now let us sport us while we may;
And now, like am'rous birds of prey,
Rather at once our time devour,
Than languish in his slow-chapp'd power.
Let us roll all our strength, and all
Our sweetness, up into one ball;
And tear our pleasures with rough strife
Thorough the iron gates of life.
Thus, though we cannot make our sun
Stand still, yet we will make him run.

Yazı ve Yoga


Öyle çok yazılar falan yazmam ben, yazmışım bunu eskilerden..koyayım buraya istedim. Üstteki de ben..
01/01/06


Hindistan’a tekrar gitmeme 1 aydan biraz fazla bir zaman kaldı. Bu sefer gecen sefer dinlemediğim canım Hocam’ın öğüdünü dinleyip herşeyi yazmaya karar verdim ve yazma işine erken başlamayı istedim ki gecen seyahatimizden beni etkileyen bazı olayları da anlatabileyim.

Bu Hindistan gidişimizden ayrı bir heyecan duyuyorum. Belki gecen yıl gittiğimden daha iyi bir ruh haliyle gittiğimden, belki Hindistan’ı özlediğimden, belki de orada bulduğum huzur ve Ben’i özlediğimden. Hocam hep der ki “ Bir tüm dünya var birde Hindistan”. Gidince gercekten de öyle olduğunu gördüm. Ruhsal yönden gelişmiş bir ülke diye düşünüyorsak cokta doğru düşünmüyoruz demektir zira halkın büyük bir kısmı felsefe ile ilgilenmediğinden aşramlar genellikle boş. Insanlar aslında cok aç ve işsiz ancak yüzlerinde o kadar kocaman mutluluk ifadeleri görebiliyorsunuz ki, her birinin resmini çekseniz poster olacak mutluluktalar. Zannediyorum bunun sebebi ülkenin ruhsallığı, bireysel olarak cok ilgilenmelerini gerektirmeden, o ülke, o topraklar onlara o huzur ve mutluluğu veriyor. Bana da verdi.

Bir akşamüstü idi. Rishikesh’te. Güneş henüz batmamıştı ama. Benim cok kıymet verdiğim, sonsuz bilgisinden cok faydalandığım Swami Sivananda’nın evinin avlusunda oturuyorum. Oturduğum yerin tam önünden Ganga akıyor, akıyor derken aslında deli deli çoşuyor, o akarken üzerinde dünya dolusu çicek ve tütsüler taşıyor, vazifeli o. Mis gibi kokarak, içlerine, kokularına ve renklerine beni de alarak. Tam karşımda Himalayalar var. Ben ilk kez görüyorum Himalayaları. İlk kez görüyorum ya daha da çoşkulu ve heyecanlı görüyor tabii gözler. Öyle bir çoşkum var ki Himalayalarda Ganga ile birlikte akıyor sonsuza doğru heralde diye görüyorum. Gözlerim bana oyun oynuyor diyorum o arada zihin sesimle. Etrafta tatlı bir serinlik, soğuk değil, ısırmıyor insanı, ama nemde uzak duruyor bedenlerden...Öyle bir vakit..O güzel vakitte ben, ganga, himalayalar bir anda bütün oluyoruz, “bir olmak”, “ bütün olmak” için çalışıyoruz ya, beden, zihin ve ruh, oluvermişti işte, tek fark; beden, zihin ve ruh üçlüsüne birde Ganga ve Himalayalar da eklenmişti ki nasıl bir derinlikti, nasıl bir çoşkuydu, nasıl bir gerçek benlikti. Kelimelerle anlatması çok zor. Belki de yıllardır peşinden koştuğumuz, yıllardır uğruna ter döktüğümüz o “bir olma” aslında buydu ve hiç çabasız, zorlamasız oluvermişti. Oluvermişti de ben o halde gecen yaklaşık 2 saatimi, her zaman içinde olduğumuz bedene dönünce 15 dakika diye algılamıştım. Her zaman içinde olduğumuz beden derken ifade etmek istediğim birşey var. Ben bu bedenle burada yaşamaktan sonsuz mutluyum, bedenli veya bedensiz diye düşünmüyorum varlığımızı, sadece o 2 saatimin başka bir şey, başka bir deneyim, belki başka bir hayat tarzı, başka bir hayat olduğunu söylemeye çalıştım. Yanlış anlaşılmasın, uçmuyorum henüz..Niyetli de değilim.


Seviyorum ben Bono'yu..yaptıklarını da çok seviyorum..Ne güzel de anlatmış kendini.

"Kendince bir şeyler karalayan, puro tüttüren, şarap içen, İncil okuyan biri... bir müzik grubunun üyesiyim ben. Göremediği şeylerin resmini yapmaya bayılan... gösterişçinin tekiyim. Bir koca, bir babayım; yoksulların, bazen de zenginlerin dostuyum. Bir eylemci, gezerek fikirler satan bir satıcıyım. Bir satranç oyuncusu, dünyanın en gürültülü folk grubunda yarı zamanlı rock yıldızı, bir opera şarkıcısıyım. Nasıl ama?..." Bono'nun odasından.